<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d28133141\x26blogName\x3doku\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLUE\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://ayethadis.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3den_US\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://ayethadis.blogspot.com/\x26vt\x3d4340603769641066394', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>
Sitemiz 2008 Eylül ayından itibaren KAİNATAMEKTUP.com adresinden hizmet vermektedir.
Zaman zaman buraya da kayıt girilmektedir.

<$BlogDateHeadeWednesday, August 20, 2008

<$BlogItemBody$

SABIR MUSİBETİN İLK ANIDIR

Sabır deyince aklıma, Eyüb a.s geliyor. Peygamberler tarihi içerisinde seyahat ederken, o dirayet ve sabır timsali,güzel insan yolumu kesti. Öncelikle sabrın manasına göz atalım.
Sabır;kulun başına gelen bela ve musibetlere karşı dayanma gücünün devreye girmesidir. Bazı anlar olur ki, insanın başına bir musibet gelir. Lakin gelen bu musibet, kula şer değil, hayır olabilir. Yani konuyu biraz daha açacak olursak, Mevla Teala kulu için hayrı ve şerri yaratmıştır. Hayır zaten aşikar olduğu için, inanç ve düşünce sistemimizde hasar bırakmıyor,inhiraf oluşturmuyor. Oysa ki şer biraz daha muamma içerdiği için,biraz analizi, basireti ve tefekkürü gerektirir..Öyle anlar olur ki yaşadığımız eza ve cefalar,bizi isyana götürebilir.(Allah esirgesin) İsyan ise nisyan ı(unutmak) doğurur. Birçok hüküm ve kaideleri unutturur. Buna müteakip bireye düşen,”Haktan gelen şerbeti,içtik elhamdülillah.”Diyerek razı olma mertebesine ulaşmak olur. Bu konu içerisinde anlatmak istediğim zulme karşı sabır değil,Mevla dan gelen, imtihan niteliği taşıyan,bazı olay ve durumlara karşı sabretme gerekliliğidir. Konuyu biraz örneklendirecek olursak:
Ani bir vaka sonucu, şuurunu kaybetmiş bir kişi, kahkaha atarak güler.Nedeni ise,alışık olmadığı bir olay,zihnine etki etmiştir. Yanında bulunan şahıslar, şayet hakiki dost iseler, ilk ve olması gereken müdahaleyi, yani hastayı kendine getirmeleri için, bazı uygulamalar yapmaları gerekir. Görüldüğü üzere, bu gazap ve kızgınlık tavrı değil,şefkat ve merhamet muamelesidir. Muhitin ileri gelenleri;
-Aaaa! Neden şu zavallının canını acıtıyorlar? Diyebilirler. Ama, akıl ve idrak edebilme yeteneğine malik kişi, dünyevi bazı enteresan olayları değerlendirir. Allah`ın kuluna gazap etmediğini bilakis,merhamet ettiğini anlayıp,kulluk görevlerini hakkı ile güç yetirebildiği kadarını ifa eder. Bütün bu meselelerde devreye giren mühim araç sabır ilacıdır. Bilinmelidir ki sancı olmadan doğum olmaz.
“ Hazineler toprak altında,inciler ise suların altında yaşarlar”.Düşüncemi düstur ederek, derinlere inmek,ve bu doğrultuda, bir keşfin yolunu tutmak istiyorum.Daha önce mucitlerin icat ettiği,bu vesile ile kurtuluşa erdikleri, kainattaki esrarlı oluşumları irdeleyerek,yaratıcının varlığını temaşa edelim.

İnsan-ı kamilde, iki türlü görme yetisi vardır:


1-Beden gözü,
2-Kalp gözü,
Zaman zaman, beden gözünün göremediği, metafiziksel olayları,kalp gözü görür. Gözün algılama yetisi sınırlıdır. Görünen vardır,görülür,görülmeyen de vardır ama görünmez. Akıl,zeka,his,ruh. vb...Bir manzarayı düşünün. En derin ve keskin bakışın görebildiği sadece, dağa kadar olan yerlerdir; ama dağın arkasını göremez. İşte, insan aklı da ,bir noktaya kadar gider. Sebebini ve hikmetini bilemediği ne çok hikayelere duçar olur. Mevla, insana gökten bir sofra indirir. Mevzubahis olan bu sofrada, kimi zaman,en tatlı gıda ve içecekler,bazen de sabrımızı denemek için,acı ama, aynı zamanda faydalı yiyecekler gönderir. Acı olan sofraya karşı rest çekecek olursa,tatlı olan sofra birdaha önüne gelmez. İbrahim Hakkı h.z nin dediği gibi;
Hak şerleri hayır eyler,
Zannetmeki gayr eyler,
Arif anı seyr eyler,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler,

Peygamberler tarihi ibret dolu ve ıslah edici hikayelerle doludur. Nasıl dolu olmasın ki? Neticede onlar, kervanın öncüleri idiler. Müthiş imtihanlara tabi olmuş,en ağır hakaret ve eziyetlere maruz kalmış,sonuçta kazanmışlardır. Eyyüb a.s da onlardan biridir(Peygamberler Tarihi,bk.319)
Eyyüb peygamber, ibtilaya uğramıştı. Vücudunun her azası,yaralı idi.Kavmi ise tahammülsüz davranmış,haksız yere peygamberi dışlayarak,çöplük kadar pis olan,mağaraya atmışlardı. Kuran da bu kıssa ile ilgili ayetler vardır. Gelecek yazılarımda konuya daha geniş yer vermeyi diliyorum.
Aslında, insanın başına gelen her musibet ve zorluklarda muhakkak bir hayır vardır. Konu ile ilgili önemli bir hikaye anlatılır;
Bir zamanlar,Afrika `daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı.Kral, daha çocukluğundan itibaren,arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu, hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.
Bu arkadaşının da değişik bir huyu vardı.İster iyi olsun,ister kötü her şeye;
“ Bunda da bir hayır var” diyerek metanetini korurdu.
Bir gün kralla birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı, tüfeği dolduruyordu. Ve bir hata yaptı. Kral tüfeği kullanırken yanlışlıkla parmağına değdi. Baş parmağı koptu. Arkadaşı;
Bunda da bir hayır var dedi. Kral acı ve öfke ile bağırdı.
“Bu işte hayır filan yok. Görmüyor musun parmağım koptu?” dedi.
Bir yıl sonra kral,diğer arkadaşları ile birlikte, insan yiyen kabilelerin yaşadığı fakat uzak durması gereken bir bölgede avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler, ve köylerine götürdüler. Ellerini,ayaklarını bağladılar köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da yığdıkları odunun ortasındaki direğe bağladılar. Birde baktılar ki kralın bir parmağı eksik. Bu kabile batıl inançları gereği uzuvlarından biri eksik olan insanı yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri taktirde başlarına kötü bir olay geleceğine inanıyorlardı. Bu korku ile kralı çözdüler,salıverdiler. Diğer adamları pişirip yediler.
Sarayına döndüğünde,kurtuluşunun parmağı sayesinde olduğunu anlayan kral,arkadaşına reva gördüğü muamele için, pişmanlık duydu. Hemen arkadaşını serbest bırakmak için zindana gitti.
-Haklıymışsın dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de hayır varmış. Seni haksız yere zindanda tuttum. Özür dilerim dedi. Arkadaşı vakur bir eda ile;
-Bunda da bir hayır var. Dedi. Kral bu defa çok daha sinirlendi.
-Seni bir sene zindanda haksız yere tuttum. Ne hayır olabilir?.Diye kükredi. Arkadaşı, sakin ifadesini bozmadan;
-Şayet zindanda olmasaydım,seninle birlikte avda olurdum. Ve sonrasını düşünsene!!!…
Ben naçizane bildiklerimi, sizin istifadenize sunuyorum. Rabbim sadece nasihat edenlerden değil,amel edenlerden olmayı nasip eylesin…
/div>
nd #comments -->
<$BlogDateHeadeThursday, February 14, 2008

<$BlogItemBody$

En’am Suresi Elmalı Tefsiri.
104- Şimdi ey Hak Mabud'dan dönüp Hak resulü yalanlayanlar, muhakkak size Rabbinizden basiretler -kalb gözüyle görülecek uyarıcılar, şahitler- geldi. Göze göre basar (görme) ne ise, kalbe göre basiret de odur. Gözlerin görmesine sebep olan ve görücü kuvvet denilen görme nûruna göz (görme duyusu) denildiği gibi; kalbin görmesine sebep olan ve dilimizde kalb gözü de denilen algılayıcı kuvvete ve özellikle bunun zekâ, anlayış ve firaset denilen, görünür ve görünmez bir işe dikkat ve nüfuz ile, gereği gibi idrak eder bir derecede açık ve parlak olması haline "basiret" denilir ki, bir ilâhî nurdur.

Rabbim basiretimizi açsın.Amin
/div>
nd #comments --> <$BlogDateHeadeThursday, July 26, 2007

<$BlogItemBody$

PEYGAMBERLERİN MİSYONU ve BİZİM VAZİFELERİMİZ. /Cuma dersleri /SIR

MİSYON: Bir şahıs veya heyete verilen hususi ve belirli vazifedir.

İnsanlık Tarihindeki Kutlu Şahsiyetler: Peygamberler
"(Ey Habibim!) Bir zamanlar Rab'bin meleklere: "Şüphesiz ki ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" buyurmuştu?" (Bakara/ 30)

Bu ayeti kerimeden de anlaşılacağı gibi insan, Allah'ın halifesi olarak yaratılmıştır. İnsan bir an kafasını elleri arasına alıp, derinliğine düşündüğü zaman "Allah u Ekber" demekten kendini alıkoyamıyor. Yaratılan milyarlarca canlı ve binlerce alem içinde Allah-u Teala, insanı kendisine halife seçip, bu büyük onuru ve şerefi ona bahşediyor.
Nitekim Hz.Resulullah (s.a.v.) de bir hadisinde: "Allah'ın ev halkı, insanlardır" diyerek bu onura ve şerefe işaret etmiştir.

Halife olarak yaratılan insan, elbette ki bu halifeliğini icra edebileceği bir mekan ihtiyacı bulunmakta idi.

"Derken şeytan onları(n ayaklarını) oradan kaydırdı da içinde bulundukları şeyden (o nimetten) onları çıkardı. Biz de (onlara) şöyle dedik: "(Ey Adem, Havva ve Şeytan!) Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir zamana kadar bir yerleşme ve bir faydalanma vardır."(Bakara/ 36)

Kendisi için yaratılan ve asıl yurdu/ asıl mekanı olan Cennetten çıkarılan insan için, artık hem yeni bir mekan (dünya), hem yeni bir hayat (dünya hayatı) ve hem de halifelik boyutunda rüştünü ispatlayacak imkan ve zemin ortaya çıkmış oluyordu.

Böylelikle dünyaya gelen insanın, nefsini ıslah etmesi, şeytanın telkinlerine kanmaması ve kendisine çok büyük nimetler bahşeden Rab'bine yönelip/ Rab'bine teslim olması gerekmekte idi. Bir tarafta akıl ve iman, diğer tarafta nefis ve şeytan! İnsanın dünyaya gelişi, bu büyük imtihan olayı içindir. Yani insan ya aklıyla ve imanıyla hareket edecek veyahut da nefsine ve şeytana tabi olacaktı.

"Ve amelce hanginiz daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur." (Hud/7)

"İnsanlar hiç imtihan edilmeden, (sadece) "iman ettik!" demeleriyle (kendi hallerine) bırakılı verileceklerini mi sandılar?"
"And olsun ki (biz), onlardan öncekileri de imtihan ettik." (Ankebut/ 2-3)

Bu ayeti kerimelerin de ifade ettiği gibi; bu dünya, insanın her yönüyle sınanıp denendiği bir imtihan mekanıdır. Dolayısıyla insan, bilmelidir ki başına gelecek olumlu-olumsuz her hâl; bu imtihan amacı çerçevesinde meydana gelecektir. Bu sebeple insan, bu dünya hayatında önüne hayırlı ve olumlu nimetler geldiğinde şükrünü, zahiren şer gibi görünen olumsuz durumlar geldiğinde de, sabrını ortaya koyabilmelidir. Nefsine ve apaçık düşmanı olan şeytana karşı daima uyanık olmalı ve onların aldatıcı söylemlerine kanıp, bu büyük imtihanı kaybedenlerden olmamalıdır.

Şüphesiz ki insana, Rab'bi tarafından bir çok büyük nimetler verilmiştir. Dünyaya gelen insana verilen büyük nimetlerden/ servetlerden biri de hayattır. Elbette ki insana dünyada verilen bu hayat geçicidir.

Dünya hayatının kısa ve geçici olması, Allah'ın insana bir rahmetidir. Zira elemin, kederin, belanın ve musibetlerin kol gezdiği bu imtihan mekanında, uzun ve kalıcı bir hayat insana çok ağır gelirdi. Ve insan buna tahammül edemezdi. Ki zaten dünya insanın imtihanı için, Cennet de insanın ebedi yurdu/ mekanı olsun diye yaratılmışlardır. Hikmet sahibi olan, Allah'a hamd olsun.

Allah-u Teala, yarattığı ilk insandan başlamak üzere, insanoğlunu yalnız başına bırakmamış, yardımını ve merhametini ondan esirgememiş ve insana sürekli doğru yolu göstermiştir. Yaratmış olduğu insanı, bu dünyada sahipsiz, kimsesiz ve başıboş bırakmamıştır. Allah-u Teala "Ben, sizlere şu şu nimetleri verdim, artık başınızın çaresine bakın!" dememiştir.

"O, Rahman (olan Allah), Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (açıkça anlatmayı) öğretti." (Rahman/1-2)

"Şüphesiz Allah sizin mevlanızdır. (O) ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır." (Enfal/40)

Bu geçici imtihan dünyasında insan toplulukları Allah'ı unutup, doğru yoldan sapmaları üzerine, Allah-u Teala onlara hem bir uyarıcı ve hem de bir korkutucu olarak seçmiş olduğu Peygamberlerini göndermiştir.

"İnsanlar tek bir ümmet (aynı din üzeri) idi. (Daha sonra ihtilafa düştüler) Bunun üzerine Allah, müjdeleyici ve (aynı zamanda) korkutucu olarak peygamberler gönderdi ve ihtilafa düştükleri şeyler hususunda, insanların aralarında hüküm vermek için, beraberlerinde hak ile Kitab'ı indirdi." (Bakara/ 213)

"İşte onlar (O Peygamberler), Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir." (En'am/ 90)

"Hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerden kendilerine nimet verdiğimiz Peygamberlerdir. Onlara Rahman'ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak ve secde ediciler olarak yere kapanırlardı." (Meryem/58)

"O halde Peygamberler üzerine apaçık tebliğden başka ne düşer?" (Nahl/35)

Burada Allah-u Teala'nın da belirttiği gibi Peygamberler; insanların hem dünya ve hem de ahiret işleri hakkında ihtilafa düşmeleri/ yanlışa sapmaları üzerine Allah'ın seçip hidayete erdirdiği ve kendisiyle kulları arasında elçilik yapan kutlu şahsiyetlerdir.

"Allah, peygamberlik vazifesini nereye vereceğini en iyi bilendir." (En'am/124)

Evet, Allah-u Teala, doğru yoldan çıkmış olan toplulukları Peygamberleri aracılığıyla uyarmış ve onlara bu elçileri aracılığıyla seslenmiştir. Gelen bütün Peygamberler de (salat u selam onların üzerine olsun) bu elçilik görevlerini en iyi bir şekilde yapmışlardır.

Gelen Peygamberler, yaşadıkları zamanda kendi toplumları içinde her daim en güvenilir ve en emin kişiler olmuşlardır.

"Şüphesiz ki ben, sizin için (gönderilmiş) emin bir peygamberim." (Şuara/107)

"Muhakkak ki ben, sizin için (gönderilmiş) emin bir peygamberim." (Şuara/ 125)

Gönderilen (-istisnasız-) tüm peygamberler, kendi toplumlarına böyle seslenmişlerdir. Bilindiği üzere sevgili Peygamberimiz Hz. Resulullah (s.a.v.) de daha kendisine nübüvvet gelmeden önce Mekke'de "Muhammed'ül El-Emin" diye tanınırdı.

İnsanlık tarihinin en güzide şahsiyetleri olan Peygamberler, Allah-u Teala tarafından kendilerine bildirilen bütün emir ve yasakları insanlara tebliğ ederlerken, bir bütün olarak aktarırlardı. Bu tebliğlerinde, ne bir eksiltme ve ne de bir artırma asla söz konusu olamazdı. Kendi arzularından bir şeyler ekleyemez ve çıkaramazlardı.

"Size Rab'bimin (vahiy olarak) gönderdiklerini tebliğ ediyorum." (A'raf/ 62)

"(Salih) artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Yemin olsun ki size Rab'bimin (vahiy) olarak gönderdiklerini tebliğ ettim ve size nasihat ettim." (A'raf/79)

"(Şuayb) artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Yemin olsun ki ben size Rab'bimin (vahiy ile) gönderdiklerini tebliğ ettim ve size nasihat ettim." (A'raf/93)

Ki zaten olan ve olması gerekendir bu. En nihayetinde din Allah'ındır ve hüküm de O'na aittir.

İnsanlık aleminin yüz akı olan bu kutlu şahsiyetler, elçilik vazifelerini yaparlarken, Allah'tan başka hiç kimseden korkmamışlardır.

"Onlar (o peygamberlerdir) ki, Allah'ın (vahyen) gönderdiklerini tebliğ ederler ve O�ndan korkarlar; hem Allah'tan başka kimseden korkmazlar." (Ahzap/39)

Allah-u Teala'dan layıkıyla en güzel korkanlar hiç şüphesiz Allah'ın peygamberleridir. Bu güzide şahsiyetler, Allah'ın kendilerine verdiği o büyük (peygamberlik) makamına dayanıp, en ufak bir gaflete kendilerini düşürmemişlerdir.

Allah'tan aldıkları emirleri yaşadıkları zaman ve coğrafyalarda devrin elebaşısı konumunda olan zorbaların/ tağutların yüzüne hakkı korkusuzca haykırabilmişlerdir. Onların bu tavizsiz ve korkusuz tavırları/ duruşları hem onlara inanan insanlara ve hem de onların arkalarından gelen mü'minler için en güzel örneklik oluşturmuşlardır.

Allah-u Teala tarafından seçilip, hidayete erdirilen bu kutlu şahsiyetler, hem özleri ve hem de sözleri itibari ile en doğru olan kimseler idiler.

"Kitap'da (Kur'an'da) İbrahim'i de an! Çünkü O, çok doğru bir kimse, bir peygamber idi." (Meryem/41)

"(Ey Resulüm!) Kitap'ta İdris'i de an! Çünkü O çok doğru bir kimse, bir peygamber idi." (Meryem/56)

Peygamberler, bu doğru özlü ve doğru sözlü olmaları hasebiyle yaşadıkları insanlar arasında (-ki bu kategoriye onlara düşmanlık yapanlar da dahil olmak üzere-) hep bir güven kaynağı olmuşladır. Buna en çarpıcı ve en güzel örneği Hz.Resulullah'ın hayatından verebiliriz. Peygamberimiz, Mekke'den hicret edeceği gece, yatağına yatırdığı Hz.Ali'ye; "Şu emanetleri sahiplerine ver." demiştir. O emanetlerin sahipleri ise, hem kendisine ve hem de ilk inananlara her türlü iftira ve işkenceyi reva gören Müşriklerden başkası değildi.

İşte böyle! O Peygamber, özüyle ve sözüyle düşmanlarının bile güvenini kazanmıştır. İnsanlık tarihinin seyri içinde, bulundukları zaman diliminde birer güneş gibi doğan bu Peygamberler; insanları doğru yola çağıran, onlara Allah'ın ayetlerini okuyan ve onları içinde bulundukları dalaletten ve sapkınlıktan kurtarmaya çalışan ve yine onları bütün maddi ve manevi kirlerden temizlemeye çalışan kimseler olmuşlardır.

"Rabbimiz! Onlara içlerinden bir Peygamber gönder ki, kendilerine Senin ayetlerini okusun ve kendilerine Kitab'ı ve hikmeti (Kitaptaki hükümleri) öğretsin ve onları (günahlardan) temizlesin!" (Bakara/ 129)

Özünde, Peygamberlerin misyonu budur. İçinde bulunduğu topluluğu, Allah'ın indirdikleriyle ıslah etmek ve onların, inen bu hükümler doğrultusunda arınmalarına vesile olmaktır. Böylelikle birey(ler)in ve toplumun dünyada huzuru bulmasına, ahirette de kurtuluşa ermesine rehberlik etmektir.

Genel insanlık tarihi içinde yeryüzünde çeşitli topluluklar-kavimler hep olagelmiştir. Allah-u Teala'nın, Peygamber göndermediği kavim yoktur.

"Halbuki her ümmetin bir peygamberi vardır." (Yunus/47)

"(Ey Resulüm!) Andolsun ki senden önce, evvelki milletlerin içinde de (peygamberler) gönderdik." (Hicr/10)

"Andolun ki, her ümmet içinde; "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının!" diye (kendilerine nasihat etmesi için) bir peygamber gönderdik." (Nahl/36)

"Ve hiçbir ümmet yoktur ki, içlerinde bir korkutucu gelip geçmiş olmasın." (Fâtır/24)

"Rab'bin ise, onların ana (şehir)lerinde, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe o memleketi helak edici değildir."(Kasas/59)

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, merhametlilerin merhametlisi olan Allah-u Teala, kullarına merhametle yaklaşmış, peygamber göndermediği ve bu temelde nasihat edip uyarmadığı bir kavim kalmamıştır.

Allah-u Teala tarafından kendi kavimlerine gönderilen bu peygamberler, yaptıkları bu tebliğlerinden/ bu çalışmalarından dolayı ecirlerini/ mükafatlarını insanlardan değil, ancak ve ancak kendilerini görevlendiren Rab'bül Alemin'den alacaklarını ifade etmişlerdir.

"(Ben) buna (tebliğ vazifeme) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak Alemlerin Rab'bine aittir." (Şuara/109)

"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum! Benim ücretim ancak Alemlerin Rab'bine aittir."(Şuara/127)

"Deki: (Ben) sizden buna (tebliğ vazifeme) karşılık bir ücret değil, ancak Rab'bisine bir yol tutmak isteyen kimse (olmanızı) istiyorum." (Furkan/57)

Peygamberler, bu ifadeleri ile (kendi) toplumlarına:

"Benim, bir peygamber olarak size gelmem, sizlerden bir şeyler isteyeceğim anlamına gelmez ya da her şeyinizi bana vereceksiniz noktasında bir zan veya bir düşünce aklınıza gelmesin. Sizlerden mal, servet ya da başka bir isteğim yoktur." anlamı bulunmaktadır.

"Deki: 'Sizden bir ücret istemişsem, o halde o sizin olsun! Benim ücretim ancak Allah'a aittir." (Sebe/47)

Gelen peygamberler, arasında bulunup, nasihatler ettiği toplulukların üzerine birer şahit olucudurlar.

"Her ümmetten bir şahit çıkaracağımız gün ise�" (Nahl/84)

Yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi, bu dünya bir imtihan yeridir. İnsana verilen ömür de kısadır. Ölüm denen olay ile, sadece insana verilen dünya hayatı bir son bulmaktadır. Yoksa ölüm, tümden bir yok oluş değildir. Ölüm için "bir intikal'dir" diyebiliriz. Yani bulunduğumuz bir yerden, başka bir yere gitme olayıdır.

Yaratılan insanın, ruhlar aleminden başlayıp ahirete kadar süren yolculuğunda, bir ara yerdir dünya. Son durak değil (dir).

Aynen bir insan gibi, toplumların da dünya üzerinde bir ömürleri vardır. Verilen bu ömür dolduğunda birey gibi, toplumun kendisi de bu dünyadan göçüp-gider.

Her peygamber mahşerde, arasında yaşadığı topluluğun dünya hayatına, amel ve eylemlerine tanıklık edecektir.

"İşte kendilerine (peygamberler) gönderilenlere (ne amel işlediklerini) mutlaka soracağız, (gönderilen) peygamberlere de (tebliğ edip etmediklerini) elbette soracağız." (A'raf/6)

Yaratmış olduğu insana, verdiği renkleri ve dilleri kendi varlığına birer işaret olarak belirten Allah-u Teala, tebliğin amacına ulaşması için her peygamberi kendi kavminin dili ile göndermiştir.

"Halbuki (biz) her peygamberi ancak kavminin lisanıyla gönderdik ki, (Allah'ın emirlerini) onlara açıklasın." (İbrahim/4)

Burada Allah-u Teala'nın, kendi kudretine ve ilmine birer işaret olarak belirttiği bu dilleri, nasıl koruduğunu ve gönderdiği her peygambere de kendi kavminin diliyle tebliğde bulunmasını emrettiğini görüyoruz.

Aslında bu ayetin muhtevasındaki hakikat, 21.yüzyıl İslam Dünyası/ İslam Ümmeti için çok aydınlatıcı bir özelliğe sahiptir. Bu ayetin muhtevasındaki hakikat, başlı-başına kapsamlı bir yazının konusudur. Bu ayetin çok iyi anlaşılması gerektiğine inanıyoruz.

İnsanlık bahçesinin açan gülleridir, bu peygamberler. Fakat yoldan çıkmış kavimleri tarafından güllerle karşılanmamışlardır. Bilakis (-ki Tevhid'in Mücadele Tarihi buna şahittir-) en büyük zorluğu bu kutlu şahsiyetler görmüşlerdir. Tevhid Mücadelesi'nde en büyük emeği ortaya koyup, en büyük bedeli bunlar ödemiştir. Korkusuzca davalarını anlatırlarken en büyük fedakarlığı bunlar ortaya koymuştur.

İftiralara uğrayanlar, bunlar olmuştur. Alay edilip, küçük düşürülmek istenen, bunlar olmuştur. Yalancılıkla, sihirbazlıkla, büyücülükle itham edilenler bunlar olmuştur. Yurtlarından çıkarılanlar ve yeri geldiğinde Hz. Zekeriyya ve oğlu Hz.Yahya gibi şehit düşenler, olmuştur. Karşılaştıkları bütün engellere ve zorluklara rağmen canlarıyla ve kanlarıyla mücadele içinde en büyük direnişi ortaya koyanlar yine bunlar olmuştur. Sizlerde dostlar bu sırra ulaşmak için misyonunuzu iyi belirleyin.Bu size bir sırdır.
/div>
nd #comments --> <$BlogDateHeadeWednesday, June 06, 2007

<$BlogItemBody$

32-SECDE:
15- Bizim âyetlerimize öyle kimseler iman eder ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere kapanırlar ve Rablerine hamd ile tesbih ederler de büyüklük taslamazlar.



7235 - Ebu Sa'îdi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim Allah Teâla hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safilîne (aşağıların aşağısına) atar."


/div>
nd #comments --> <$BlogDateHeadeFriday, May 18, 2007

<$BlogItemBody$

62-CUM'A:

1 - Göklerde ve yerde olanların hepsi padişah, mukaddes, azîz ve hakîm olan Allah'ı tesbih etmektedir.


Hadis:

14. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:


“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’dan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.”




* Müslim, Zikir 41 de geçen bir hadiste de:
“Benim de kalbime gaflet çöküyor, ben de Allah’tan günde yüz sefer bağışlanma istiyorum.” buyuruluyor.



Bunun için insan hergün kendisini hesaba çekmeli, işlediği günahlardan dolayı Allah’a yönelmeli ve O’ndan bağışlanmasını istemelidir. Müslüman için yenilenme ve temizlenme imkanı ve fırsatı olan tevbeden her an yararlanmalıyız. Hiç olmazsa günde yetmiş veya yüz sefer istiğfar etmeliyiz.
/div>
nd #comments --> <$BlogDateHeadeThursday, February 08, 2007

<$BlogItemBody$

KURAN'I KERİM TÜRKÇE MEALİ (ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
(Allah Razı olsun; yazandan,sitesini hazırlayandan,yayılmasına yardımcı olandan,okuyandan...)
1-Fatiha
30-Rum
59-Hasr
87-A'la
2-Bakara
31-Lokman
60-Mümtehine
88-Gasiye
3-Al-i imran
32-Secde
61-Saf
89-Fecr
4-Nisa
33-Ahzab

62-Cum'a
90-Beled
5-Maide
34-Sebe
63-Münafikun
91-Sems
6-En'am
35-Fatir
64-Tegabün
92-Leyl
7-A'raf
36-Yasin
65-Talak
93-Duha
8-Enfal
37-Saffat
66-Tahrim
94-insirah
9-Tevbe
38-Sad
67-Mülk
95-Tin
10-Yunus
39-Zümer
68-Kalem
96-Alak
11-Hud
40-Mümin
69-Hakka
97-Kadir
12-Yusuf
41-Fussilet
70-Mearic
98-Beyyine
13-Ra'd
42-Sura
71-Nuh
99-Zelzele-Zilzal
14-ibrahim
43-Zuhruf
72-Cin
100-Adiyat
15-Hicr
44-Duhan
73-Müzzemmil
101-Kaari'a
16-Nahl
45-Casiye
74-Müddessir
102-Tekasür
17-Isra
46-Ahkaf
75-Kiyamet
103-Asr
18-Kehf
47-Muhammed
76-insan-Dehr
104-Hümeze
19-Meryem
48-Fetih
77-Mürselat
105-Fil
20-Taha
49-Hucurat
78-Nebe
106-Kureys
21-Enbiya
50-Kaf
79-Naziat
107-Ma'un
22-Hac
51-Zariyat
80-Abese
108-Kevser
23-Mü'minun
52-Tur
81-Tekvir
109-Kafirun
24-Nur
53-Necm
82-Infitar
110-Nasr
25-Furkan
54-Kamer
83-Mutaffifin
111-Tebbet
26-Suara
55-Rahman
84-insikak
112-Ihlas
27-Neml
56-Vakia
85-Büruc
113-Felak
28-Kasas
57-Hadid
86-Tarik
114-Nas
29-Ankebut
58-Mücadele
/div>
nd #comments --> <$BlogDateHeadeMonday, May 15, 2006

<$BlogItemBody$


40-MÜ'MİN:
1 - Hâ Mîm.
2 - Bu kitabın indirilişi, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah tarafındandır.
3 - O, günah bağışlayıcı, tevbe kabul edici, azabı şiddetli, kerem sahibi Allah'tandır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Hem dönüş O'nadır.
4 - Allah'ın âyetleri hakkında ancak kâfirler mücadele ederler. Şimdi onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.
5 - Onlardan önce Nuh kavmi, arkalarından da çeşitli topluluklar yalanlamışlardı. Her ümmet, kendi peygamberlerini yakalamak kastında bulundu. Hakkı batılla gidermek için boşuna mücadele ettiler. Ben de onları tuttum, alıverdim. (Bak o zaman) azabım nasıl oldu?

6 - İşte o nankörlük eden kâfirlere Rabbinin (azab) sözü öyle hak oldu. Onlar, mutlaka cehennemliktirler.
7 - Arşı taşıyanlar ve onun etrafındakiler, Rablerinin hamdiyle tesbih ederler ve O'na inanırlar. İman etmişler için de şöyle bağışlanma dilerler: "Ey Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O, tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru."
8 - "Ey Rabbimiz! Hem onları, hem onların atalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden iyi olanları kendilerine vaad buyurduğun Adn cennetlerine koy. Şüphesiz çok güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan sensin."
9 - "Onları fenalıklardan koru. Sen her kimi fenalıklardan korursan, o gün muhakkak onu rahmetinle yarlığamışsındır. İşte asıl büyük kurtuluş da budur."
10 - O kâfirlere mutlaka şöyle bağırılacaktır: "Elbette Allah'ın buğzu, sizin nefislerinize buğzunuzdan daha büyüktür. Çünkü siz imana davet ediliyordunuz da inkâr ediyordunuz."
11 - Kâfirler diyecekler ki: "Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı?"
12 - (Onlara şöyle cevap verilir): "Bu azab size şu sebeptendir: Siz tek Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. Ama O'na ortak koşulunca inandınız. Artık hüküm, o yüce ve büyük Allah'ındır."
13 - Size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indiren O'dur. Fakat onları ancak gönül verip düşünenler anlar.
14 - O halde siz, dini Allah için halis kılarak hep O'na yalvarın. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.
15 - O dereceleri yükselten Arş'ın sahibi Allah, o buluşma gününün (kıyametin) dehşetini haber vermek için kullarından dilediği kimseye emrinden ruh (melek) indiriyor.
16 - O gün onlar kabirlerinden meydana fırlarlar. Kendilerinin hiçbir şeyi Allah'a karşı gizli kalmaz. "Bugün mülk kimindir?" (diye sorulur. Cevaben): "Tek ve kahhar olan Allah'ındır." (denir).
17 - Bugün her nefis kazandığı ile cezalanacaktır. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
18 - Yaklaşmakta olan o felaket (kıyamet) gününü de onlara haber ver. O dem ki yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunup dururlar. Zalimler için ne ısınacak bir dost vardır, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.
19 - Allah, gözlerin hain bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de.
20 - Allah hakkı yerine getirir. Onların O'ndan başka yalvardıkları ise hiçbir şeyi yerine getiremezler. Çünkü hakkıyla işiten ve gören ancak Allah'tır.
21 - Yeryüzünde bir gezmediler mi? Baksalar ya kendilerinden öncekilerin sonları nasıl olmuş? Onlar yeryüzünde gerek kuvvetçe ve gerek eserce kendilerinden daha üstündüler. Öyle iken Allah onları günahları sebebiyle tutup alıverdi. Kendilerini Allah'ın azabından koruyacak biri bulunmadı.
22 - O, şundandı: Onlara peygamberleri apaçık delillerle geliyorlardı. Ama onlar inkâr ettiler. Allah da tuttu kendilerini alıverdi. Çünkü O'nun kuvveti çok, azabı şiddetlidir.
23 - Andolsun Musa'yı âyetlerimizle ve açık bir delil ile gönderdik.
24 - Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a da onlar: "Bu bir sihirbaz, bir yalancıdır" dediler.
25 - Bunun üzerine Musa, kendilerine tarafımızdan hakkı getirince de: "Onunla beraber iman etmiş olanların oğullarını öldürün, kadınlarını diri tutun." dediler. Fakat o kâfirlerin tuzağı da hep boşa çıkmaktadır.
26 - Bir de Firavun: "Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı da o Rabbine dua etsin. Çünkü ben onun, dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum" dedi.
27 - Musa da: "Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım" dedi.
28 - Firavun ailesinden imanını saklayan bir adam da şöyle dedi: "Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Halbuki o size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Hem o bir yalancı ise çok sürmez, yalanı boynuna geçer. Fakat doğru ise size yaptığı tehditlerin birkısmı olsun başınıza gelir. Şüphe yok ki Allah aşırı giden bir yalancıyı doğru yola çıkarmaz."
29 - "Ey kavmim! Bugün mülk sizindir. Dünyada yüze çıkmış bulunuyorsunuz. Eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim kurtarır?" Firavun: "Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve herhalde ben size doğru yolu gösteriyorum" dedi.
30 - O iman etmiş olan kimse de: "Ey kavmim! Doğrusu ben sizin hakkınızda Ahzab (önceki çeşitli toplumlar)ın günleri gibi bir günden korkuyorum."
31 - "Nuh Kavmi'nin, Âd'ın, Semud'un ve daha sonrakilerin maceraları gibi (bir günün geleceğinden korkuyorum). Allah, kulları için bir zulüm istemez."
32 - "Ey kavmim! Ben size gelecek o çağrışma gününden (kıyamet gününden) korkuyorum."
33 - "O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah'tan koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz."
34 - Bundan önce size delillerle Yusuf gelmişti. O zaman da onun size getirdiği hakikatte şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de "Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez" dediniz. İşte aşırı şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.
35 - Onlar, kendilerine gelmiş bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücadele ederler. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında büyük bir buğzu gerektirir. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbini öyle bir tabiat ile mühürler.
36 - Firavun dedi ki: "Ey Hâmân! Bana bir kule yap, belki ben o yollara ulaşabilirim."
37 - "Göklerin yollarına ulaşabilirim de, Musa'nın ilâhının ne olduğunu anlarım. Ben onu mutlaka yalancı sanıyorum." İşte böylece Firavun'a kötü ameli süslü gösterildi de yoldan çıkarıldı. Çünkü Firavun düzeni hep boşa çıkar.
38 - O iman etmiş olan kimse dedi ki: "Ey kavmim! Bana uyun ki size doğru yolu göstereyim."
39 - "Ey kavmim! Bu dünya hayatı ancak geçici bir menfaatten ibarettir. Ahiret ise durulacak karar yurdudur."
40 - "Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Erkek veya kadın, her kim de mümin olarak iyi bir amel işlerse, işte onlar cennete girerler. Orada kendilerine hesapsız rızık verilir."
41 - "Hem ey kavmim! Niçin ben sizi kurtuluşa davet ederken, siz beni ateşe davet ediyorsunuz?"
42 - "Siz beni Allah'ı inkâr etmeye ve bence hiç ilimde yeri olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum."
43 - "Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da, ahirette de bir davet hakkı yoktur. Hepimizin dönüşü Allah'adır. Şüphesiz haddi aşanların hepsi cehennemliktir."
44 - "Siz benim söylediklerimi sonra anlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını görür, gözetir."
45 - Allah o mümini, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un adamlarını ise, o kötü azab kuşattı.
46 - Onlar, sabah akşam ateşe arzolunurlar. Kıyamet kopacağı gün de: "Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!" (denilecektir).
47 - Hele ateş içinde birbirlerini protesto ederlerken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: "Hani bizler size tabi idik. Şimdi siz bizden bir ateş nöbetini savabiliyor musunuz?" derler.
48 - Büyüklük taslayanlar da şöyle derler: "Evet, hepimiz onun içindeyiz. Allah kulları arasında hükmünü vermiştir."
49 - Ateştekiler, cehennem bekçilerine derler ki: "Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azabı biraz hafifletsin."
50 - Bekçiler de: "Size peygamberleriniz mucizelerle gelmiyorlar mıydı?" diye sorarlar. Onlar: "Evet" derler. Bekçiler: "Öyle ise kendiniz dua edin" derler. Kâfirlerin duası ise hep çıkmazdadır.
51 - Biz peygamberimize ve inananlara hem dünya hayatında hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde (kıyamette) elbette yardım ederiz.
52 - O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Onlara lanet vardır, onlara yurdun kötüsü (cehennem) vardır.
53 - Andolsun ki biz Musa'ya o hidayeti verdik ve İsrailoğullarına o kitabı miras kıldık.
54 - (Bunu) Aklı başında olanlara bir yol gösterici ve bir hatırlatma olsun diye (böyle yaptık).
55 - O halde sabret. Çünkü Allah'ın vaadi haktır. Hem günahından dolayı istiğfar et ve akşam sabah Rabbini hamdiyle tesbih et.
56 - Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenlerin göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen hemen Allah'a sığın. Çünkü her şeyi işiten ve gören O'dur.
57 - Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler.
58 - Kör ile gören bir olmaz, iman edip salih ameller işleyen kimseler ile kötülük yapan da bir değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!
59 - Herhalde o saat (kıyamet) muhakkak gelecektir. Onda şüphe yok. Fakat insanların çoğu inanmazlar.
60 - Halbuki Rabbiniz: "Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Çünkü bana ibadet etmekten kibirlenip yüz çevirenler yarın horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir." buyurdu.
61 - İçinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da gündüzü sizin için yaratan Allah'tır. Gerçekten Allah insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler
62 - İşte Rabbiniz, her şeyin yaratıcısı olan o Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. O halde (haktan) nasıl çevrilirsiniz?
63 - İşte Allah'ın âyetlerini inkâr edenler böyle çevriliyorlar.
64 - Allah, O'dur ki sizin için yeri bir karargâh, göğü de bir bina yapmıştır. Size şekil vermiş, sonra şekillerinizi güzelleştirmiştir. Hoş nimetlerden size rızık vermiştir. İşte Rabbiniz o Allah'tır. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!
65 - Daimî bir hayat sahibi ancak O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. Onun için dini halis kılarak O'na, hep O'na yalvarın. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
66 - De ki: "Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, ben o sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınıza ibadet etmekten kesinlikle men edildim ve bana âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi."
67 - "Sizi (önce) bir topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir aleka (embriyo)dan yaratan, sonra sizi bir bebek olarak çıkaran, sonra güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız için yaşatıp büyüten O'dur. İçinizden kimi de daha önce vefat ettiriliyor. (Bunları Allah) belirli bir süreye ulaşasınız ve aklınızı kullanasınız diye (böyle yapıyor)."
68 - O, hem yaşatır, hem öldürür. O, bir şey yapmak isteyince ona sadece "ol!" der, o şey de hemen oluverir.
69 - Bakmaz mısın şimdi Allah'ın âyetleri hakkında mücadeleye kalkanlara! (Haktan) nasıl döndürülüyorlar?
70 - Kitaba ve Resullerimizi gönderdiğimiz şeylere yalan diyenler, artık ilerde bilecekler.
71 - O zaman boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu halde sürükleneceklerdir.
72 - Kaynar suda, sonra da ateşte kaynatılacaklardır.
73 - Sonra da onlara: "Nerede o ortak koştuklarınız?" denilecek.
74 - O Allah'tan başkaları (nerede denilecek). Onlar da diyecekler ki: "Hepsi bizden uzaklaşıp gittiler. Daha doğrusu biz bundan önce hiçbir şeye ibadet etmiyormuşuz." İşte Allah, o kâfirleri böyle şaşırtır.
75 - Bunun sebebi şudur: Çünkü siz yeryüzünde haksız yere seviniyor ve güveniyordunuz.
76 - İçlerinde ebedî olarak kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Bak ne kötü o kibirlenenlerin yeri?
77 - Ey Muhammed! Sen sabret, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır, mutlaka gerçekleşecektir. Onlara yaptığımız tehdidin bir kısmını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek de onlar mutlaka döndürülüp bize getirileceklerdir.
78 - Andolsun ki biz senin önünden nice peygamberler göndermişizdir. Onlardan kimini sana anlatmışız, kimini de anlatmamışızdır. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmaksızın bir mucize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. Batıl bir dava peşinde koşanlar, işte bu noktada hüsrana uğrarlar.
79 - Kimine binesiniz, kimini de yiyesiniz diye sizin için o yumuşak başlı hayvanları yaratan Allah'tır.
80 - Sizin için onlarda daha nice menfaatler vardır. Onların üzerinde gönüllerinizdeki bir arzuya erersiniz. Hem onlar üzerinde, hem de gemiler üzerinde taşınırsınız.
81 - Allah size âyetlerini gösteriyor. Şimdi Allah'ın âyetlerinin hangisini inkâr edersiniz?
82 - Daha yeryüzünde gezip de bir bakmazlar mı? Kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetindiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerini kurtaramadı.
83 - Çünkü onlara peygamberleri, delillerle geldikleri zaman, kendilerinde bulunan ilme güvendiler de o alay ettikleri şey onları kuşatıverdi.
84 - O zaman hışmımızı gördüklerinde: "Allah'ın birliğine inandık ve O'na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik" dediler.
85 - Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. Allah'ın, kulları hakkındaki geçe gelen kanunu budur. İşte kâfirler bu noktada hüsrana düştüler.

/div>
nd #comments -->