<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d28133141\x26blogName\x3doku\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLUE\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://ayethadis.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3den_US\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://ayethadis.blogspot.com/\x26vt\x3d4340603769641066394', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>
Sitemiz 2008 Eylül ayından itibaren KAİNATAMEKTUP.com adresinden hizmet vermektedir.
Zaman zaman buraya da kayıt girilmektedir.

<$BlogDateHeadeThursday, July 26, 2007

<$BlogItemBody$

PEYGAMBERLERİN MİSYONU ve BİZİM VAZİFELERİMİZ. /Cuma dersleri /SIR

MİSYON: Bir şahıs veya heyete verilen hususi ve belirli vazifedir.

İnsanlık Tarihindeki Kutlu Şahsiyetler: Peygamberler
"(Ey Habibim!) Bir zamanlar Rab'bin meleklere: "Şüphesiz ki ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" buyurmuştu?" (Bakara/ 30)

Bu ayeti kerimeden de anlaşılacağı gibi insan, Allah'ın halifesi olarak yaratılmıştır. İnsan bir an kafasını elleri arasına alıp, derinliğine düşündüğü zaman "Allah u Ekber" demekten kendini alıkoyamıyor. Yaratılan milyarlarca canlı ve binlerce alem içinde Allah-u Teala, insanı kendisine halife seçip, bu büyük onuru ve şerefi ona bahşediyor.
Nitekim Hz.Resulullah (s.a.v.) de bir hadisinde: "Allah'ın ev halkı, insanlardır" diyerek bu onura ve şerefe işaret etmiştir.

Halife olarak yaratılan insan, elbette ki bu halifeliğini icra edebileceği bir mekan ihtiyacı bulunmakta idi.

"Derken şeytan onları(n ayaklarını) oradan kaydırdı da içinde bulundukları şeyden (o nimetten) onları çıkardı. Biz de (onlara) şöyle dedik: "(Ey Adem, Havva ve Şeytan!) Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir zamana kadar bir yerleşme ve bir faydalanma vardır."(Bakara/ 36)

Kendisi için yaratılan ve asıl yurdu/ asıl mekanı olan Cennetten çıkarılan insan için, artık hem yeni bir mekan (dünya), hem yeni bir hayat (dünya hayatı) ve hem de halifelik boyutunda rüştünü ispatlayacak imkan ve zemin ortaya çıkmış oluyordu.

Böylelikle dünyaya gelen insanın, nefsini ıslah etmesi, şeytanın telkinlerine kanmaması ve kendisine çok büyük nimetler bahşeden Rab'bine yönelip/ Rab'bine teslim olması gerekmekte idi. Bir tarafta akıl ve iman, diğer tarafta nefis ve şeytan! İnsanın dünyaya gelişi, bu büyük imtihan olayı içindir. Yani insan ya aklıyla ve imanıyla hareket edecek veyahut da nefsine ve şeytana tabi olacaktı.

"Ve amelce hanginiz daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur." (Hud/7)

"İnsanlar hiç imtihan edilmeden, (sadece) "iman ettik!" demeleriyle (kendi hallerine) bırakılı verileceklerini mi sandılar?"
"And olsun ki (biz), onlardan öncekileri de imtihan ettik." (Ankebut/ 2-3)

Bu ayeti kerimelerin de ifade ettiği gibi; bu dünya, insanın her yönüyle sınanıp denendiği bir imtihan mekanıdır. Dolayısıyla insan, bilmelidir ki başına gelecek olumlu-olumsuz her hâl; bu imtihan amacı çerçevesinde meydana gelecektir. Bu sebeple insan, bu dünya hayatında önüne hayırlı ve olumlu nimetler geldiğinde şükrünü, zahiren şer gibi görünen olumsuz durumlar geldiğinde de, sabrını ortaya koyabilmelidir. Nefsine ve apaçık düşmanı olan şeytana karşı daima uyanık olmalı ve onların aldatıcı söylemlerine kanıp, bu büyük imtihanı kaybedenlerden olmamalıdır.

Şüphesiz ki insana, Rab'bi tarafından bir çok büyük nimetler verilmiştir. Dünyaya gelen insana verilen büyük nimetlerden/ servetlerden biri de hayattır. Elbette ki insana dünyada verilen bu hayat geçicidir.

Dünya hayatının kısa ve geçici olması, Allah'ın insana bir rahmetidir. Zira elemin, kederin, belanın ve musibetlerin kol gezdiği bu imtihan mekanında, uzun ve kalıcı bir hayat insana çok ağır gelirdi. Ve insan buna tahammül edemezdi. Ki zaten dünya insanın imtihanı için, Cennet de insanın ebedi yurdu/ mekanı olsun diye yaratılmışlardır. Hikmet sahibi olan, Allah'a hamd olsun.

Allah-u Teala, yarattığı ilk insandan başlamak üzere, insanoğlunu yalnız başına bırakmamış, yardımını ve merhametini ondan esirgememiş ve insana sürekli doğru yolu göstermiştir. Yaratmış olduğu insanı, bu dünyada sahipsiz, kimsesiz ve başıboş bırakmamıştır. Allah-u Teala "Ben, sizlere şu şu nimetleri verdim, artık başınızın çaresine bakın!" dememiştir.

"O, Rahman (olan Allah), Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (açıkça anlatmayı) öğretti." (Rahman/1-2)

"Şüphesiz Allah sizin mevlanızdır. (O) ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır." (Enfal/40)

Bu geçici imtihan dünyasında insan toplulukları Allah'ı unutup, doğru yoldan sapmaları üzerine, Allah-u Teala onlara hem bir uyarıcı ve hem de bir korkutucu olarak seçmiş olduğu Peygamberlerini göndermiştir.

"İnsanlar tek bir ümmet (aynı din üzeri) idi. (Daha sonra ihtilafa düştüler) Bunun üzerine Allah, müjdeleyici ve (aynı zamanda) korkutucu olarak peygamberler gönderdi ve ihtilafa düştükleri şeyler hususunda, insanların aralarında hüküm vermek için, beraberlerinde hak ile Kitab'ı indirdi." (Bakara/ 213)

"İşte onlar (O Peygamberler), Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir." (En'am/ 90)

"Hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerden kendilerine nimet verdiğimiz Peygamberlerdir. Onlara Rahman'ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak ve secde ediciler olarak yere kapanırlardı." (Meryem/58)

"O halde Peygamberler üzerine apaçık tebliğden başka ne düşer?" (Nahl/35)

Burada Allah-u Teala'nın da belirttiği gibi Peygamberler; insanların hem dünya ve hem de ahiret işleri hakkında ihtilafa düşmeleri/ yanlışa sapmaları üzerine Allah'ın seçip hidayete erdirdiği ve kendisiyle kulları arasında elçilik yapan kutlu şahsiyetlerdir.

"Allah, peygamberlik vazifesini nereye vereceğini en iyi bilendir." (En'am/124)

Evet, Allah-u Teala, doğru yoldan çıkmış olan toplulukları Peygamberleri aracılığıyla uyarmış ve onlara bu elçileri aracılığıyla seslenmiştir. Gelen bütün Peygamberler de (salat u selam onların üzerine olsun) bu elçilik görevlerini en iyi bir şekilde yapmışlardır.

Gelen Peygamberler, yaşadıkları zamanda kendi toplumları içinde her daim en güvenilir ve en emin kişiler olmuşlardır.

"Şüphesiz ki ben, sizin için (gönderilmiş) emin bir peygamberim." (Şuara/107)

"Muhakkak ki ben, sizin için (gönderilmiş) emin bir peygamberim." (Şuara/ 125)

Gönderilen (-istisnasız-) tüm peygamberler, kendi toplumlarına böyle seslenmişlerdir. Bilindiği üzere sevgili Peygamberimiz Hz. Resulullah (s.a.v.) de daha kendisine nübüvvet gelmeden önce Mekke'de "Muhammed'ül El-Emin" diye tanınırdı.

İnsanlık tarihinin en güzide şahsiyetleri olan Peygamberler, Allah-u Teala tarafından kendilerine bildirilen bütün emir ve yasakları insanlara tebliğ ederlerken, bir bütün olarak aktarırlardı. Bu tebliğlerinde, ne bir eksiltme ve ne de bir artırma asla söz konusu olamazdı. Kendi arzularından bir şeyler ekleyemez ve çıkaramazlardı.

"Size Rab'bimin (vahiy olarak) gönderdiklerini tebliğ ediyorum." (A'raf/ 62)

"(Salih) artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Yemin olsun ki size Rab'bimin (vahiy) olarak gönderdiklerini tebliğ ettim ve size nasihat ettim." (A'raf/79)

"(Şuayb) artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Yemin olsun ki ben size Rab'bimin (vahiy ile) gönderdiklerini tebliğ ettim ve size nasihat ettim." (A'raf/93)

Ki zaten olan ve olması gerekendir bu. En nihayetinde din Allah'ındır ve hüküm de O'na aittir.

İnsanlık aleminin yüz akı olan bu kutlu şahsiyetler, elçilik vazifelerini yaparlarken, Allah'tan başka hiç kimseden korkmamışlardır.

"Onlar (o peygamberlerdir) ki, Allah'ın (vahyen) gönderdiklerini tebliğ ederler ve O�ndan korkarlar; hem Allah'tan başka kimseden korkmazlar." (Ahzap/39)

Allah-u Teala'dan layıkıyla en güzel korkanlar hiç şüphesiz Allah'ın peygamberleridir. Bu güzide şahsiyetler, Allah'ın kendilerine verdiği o büyük (peygamberlik) makamına dayanıp, en ufak bir gaflete kendilerini düşürmemişlerdir.

Allah'tan aldıkları emirleri yaşadıkları zaman ve coğrafyalarda devrin elebaşısı konumunda olan zorbaların/ tağutların yüzüne hakkı korkusuzca haykırabilmişlerdir. Onların bu tavizsiz ve korkusuz tavırları/ duruşları hem onlara inanan insanlara ve hem de onların arkalarından gelen mü'minler için en güzel örneklik oluşturmuşlardır.

Allah-u Teala tarafından seçilip, hidayete erdirilen bu kutlu şahsiyetler, hem özleri ve hem de sözleri itibari ile en doğru olan kimseler idiler.

"Kitap'da (Kur'an'da) İbrahim'i de an! Çünkü O, çok doğru bir kimse, bir peygamber idi." (Meryem/41)

"(Ey Resulüm!) Kitap'ta İdris'i de an! Çünkü O çok doğru bir kimse, bir peygamber idi." (Meryem/56)

Peygamberler, bu doğru özlü ve doğru sözlü olmaları hasebiyle yaşadıkları insanlar arasında (-ki bu kategoriye onlara düşmanlık yapanlar da dahil olmak üzere-) hep bir güven kaynağı olmuşladır. Buna en çarpıcı ve en güzel örneği Hz.Resulullah'ın hayatından verebiliriz. Peygamberimiz, Mekke'den hicret edeceği gece, yatağına yatırdığı Hz.Ali'ye; "Şu emanetleri sahiplerine ver." demiştir. O emanetlerin sahipleri ise, hem kendisine ve hem de ilk inananlara her türlü iftira ve işkenceyi reva gören Müşriklerden başkası değildi.

İşte böyle! O Peygamber, özüyle ve sözüyle düşmanlarının bile güvenini kazanmıştır. İnsanlık tarihinin seyri içinde, bulundukları zaman diliminde birer güneş gibi doğan bu Peygamberler; insanları doğru yola çağıran, onlara Allah'ın ayetlerini okuyan ve onları içinde bulundukları dalaletten ve sapkınlıktan kurtarmaya çalışan ve yine onları bütün maddi ve manevi kirlerden temizlemeye çalışan kimseler olmuşlardır.

"Rabbimiz! Onlara içlerinden bir Peygamber gönder ki, kendilerine Senin ayetlerini okusun ve kendilerine Kitab'ı ve hikmeti (Kitaptaki hükümleri) öğretsin ve onları (günahlardan) temizlesin!" (Bakara/ 129)

Özünde, Peygamberlerin misyonu budur. İçinde bulunduğu topluluğu, Allah'ın indirdikleriyle ıslah etmek ve onların, inen bu hükümler doğrultusunda arınmalarına vesile olmaktır. Böylelikle birey(ler)in ve toplumun dünyada huzuru bulmasına, ahirette de kurtuluşa ermesine rehberlik etmektir.

Genel insanlık tarihi içinde yeryüzünde çeşitli topluluklar-kavimler hep olagelmiştir. Allah-u Teala'nın, Peygamber göndermediği kavim yoktur.

"Halbuki her ümmetin bir peygamberi vardır." (Yunus/47)

"(Ey Resulüm!) Andolsun ki senden önce, evvelki milletlerin içinde de (peygamberler) gönderdik." (Hicr/10)

"Andolun ki, her ümmet içinde; "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının!" diye (kendilerine nasihat etmesi için) bir peygamber gönderdik." (Nahl/36)

"Ve hiçbir ümmet yoktur ki, içlerinde bir korkutucu gelip geçmiş olmasın." (Fâtır/24)

"Rab'bin ise, onların ana (şehir)lerinde, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe o memleketi helak edici değildir."(Kasas/59)

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, merhametlilerin merhametlisi olan Allah-u Teala, kullarına merhametle yaklaşmış, peygamber göndermediği ve bu temelde nasihat edip uyarmadığı bir kavim kalmamıştır.

Allah-u Teala tarafından kendi kavimlerine gönderilen bu peygamberler, yaptıkları bu tebliğlerinden/ bu çalışmalarından dolayı ecirlerini/ mükafatlarını insanlardan değil, ancak ve ancak kendilerini görevlendiren Rab'bül Alemin'den alacaklarını ifade etmişlerdir.

"(Ben) buna (tebliğ vazifeme) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak Alemlerin Rab'bine aittir." (Şuara/109)

"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum! Benim ücretim ancak Alemlerin Rab'bine aittir."(Şuara/127)

"Deki: (Ben) sizden buna (tebliğ vazifeme) karşılık bir ücret değil, ancak Rab'bisine bir yol tutmak isteyen kimse (olmanızı) istiyorum." (Furkan/57)

Peygamberler, bu ifadeleri ile (kendi) toplumlarına:

"Benim, bir peygamber olarak size gelmem, sizlerden bir şeyler isteyeceğim anlamına gelmez ya da her şeyinizi bana vereceksiniz noktasında bir zan veya bir düşünce aklınıza gelmesin. Sizlerden mal, servet ya da başka bir isteğim yoktur." anlamı bulunmaktadır.

"Deki: 'Sizden bir ücret istemişsem, o halde o sizin olsun! Benim ücretim ancak Allah'a aittir." (Sebe/47)

Gelen peygamberler, arasında bulunup, nasihatler ettiği toplulukların üzerine birer şahit olucudurlar.

"Her ümmetten bir şahit çıkaracağımız gün ise�" (Nahl/84)

Yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi, bu dünya bir imtihan yeridir. İnsana verilen ömür de kısadır. Ölüm denen olay ile, sadece insana verilen dünya hayatı bir son bulmaktadır. Yoksa ölüm, tümden bir yok oluş değildir. Ölüm için "bir intikal'dir" diyebiliriz. Yani bulunduğumuz bir yerden, başka bir yere gitme olayıdır.

Yaratılan insanın, ruhlar aleminden başlayıp ahirete kadar süren yolculuğunda, bir ara yerdir dünya. Son durak değil (dir).

Aynen bir insan gibi, toplumların da dünya üzerinde bir ömürleri vardır. Verilen bu ömür dolduğunda birey gibi, toplumun kendisi de bu dünyadan göçüp-gider.

Her peygamber mahşerde, arasında yaşadığı topluluğun dünya hayatına, amel ve eylemlerine tanıklık edecektir.

"İşte kendilerine (peygamberler) gönderilenlere (ne amel işlediklerini) mutlaka soracağız, (gönderilen) peygamberlere de (tebliğ edip etmediklerini) elbette soracağız." (A'raf/6)

Yaratmış olduğu insana, verdiği renkleri ve dilleri kendi varlığına birer işaret olarak belirten Allah-u Teala, tebliğin amacına ulaşması için her peygamberi kendi kavminin dili ile göndermiştir.

"Halbuki (biz) her peygamberi ancak kavminin lisanıyla gönderdik ki, (Allah'ın emirlerini) onlara açıklasın." (İbrahim/4)

Burada Allah-u Teala'nın, kendi kudretine ve ilmine birer işaret olarak belirttiği bu dilleri, nasıl koruduğunu ve gönderdiği her peygambere de kendi kavminin diliyle tebliğde bulunmasını emrettiğini görüyoruz.

Aslında bu ayetin muhtevasındaki hakikat, 21.yüzyıl İslam Dünyası/ İslam Ümmeti için çok aydınlatıcı bir özelliğe sahiptir. Bu ayetin muhtevasındaki hakikat, başlı-başına kapsamlı bir yazının konusudur. Bu ayetin çok iyi anlaşılması gerektiğine inanıyoruz.

İnsanlık bahçesinin açan gülleridir, bu peygamberler. Fakat yoldan çıkmış kavimleri tarafından güllerle karşılanmamışlardır. Bilakis (-ki Tevhid'in Mücadele Tarihi buna şahittir-) en büyük zorluğu bu kutlu şahsiyetler görmüşlerdir. Tevhid Mücadelesi'nde en büyük emeği ortaya koyup, en büyük bedeli bunlar ödemiştir. Korkusuzca davalarını anlatırlarken en büyük fedakarlığı bunlar ortaya koymuştur.

İftiralara uğrayanlar, bunlar olmuştur. Alay edilip, küçük düşürülmek istenen, bunlar olmuştur. Yalancılıkla, sihirbazlıkla, büyücülükle itham edilenler bunlar olmuştur. Yurtlarından çıkarılanlar ve yeri geldiğinde Hz. Zekeriyya ve oğlu Hz.Yahya gibi şehit düşenler, olmuştur. Karşılaştıkları bütün engellere ve zorluklara rağmen canlarıyla ve kanlarıyla mücadele içinde en büyük direnişi ortaya koyanlar yine bunlar olmuştur. Sizlerde dostlar bu sırra ulaşmak için misyonunuzu iyi belirleyin.Bu size bir sırdır.
/div>
id="comments">

<$I18NNumCommen0 Comments
<$CommentPager$ <$BlogItemCreatPost a Comment

<$BlogItemFeedLSubscribe to Post Comments [Atom]gItemCommegItemBackliass="comment-timestamp"> &lhttp://ayethadis.blogspot.com/8NHome$> nd #comments -->